Ahilerin Giysileri
Bunların giysileri de ayrıydı. Ahi örgütünün ve üyelerinin yaşam anlayışı, tasavvufçuların yaşam anlayışından çok değişikti. Tasavvuf yolunu tutmuş olan kişiler, dünya dışında, başka bir havada yaşamak istedikleri halde ahiler, toplum içinde ve hayatın akışına uyarak yaşarlardı. Ahiler, sanat ya da mesleklerini toplum içinde ve toplum için sürdürdüklerine göre başka türlüsü de olamazdı.
Bu tür anlayış, doğal olarak Ahi giysilerine de yansımıştır. Örneğin kendini tasavvufa verenlerin hırka giymelerine karşın ahiler, şalvar giyerler, meslek ya da sanat sahipleri "şed" yani kuşak ya da peştamal kuşanırlardı.
Ahi gençlerinin üzerlerinde şalvardan başka, aba´dan bir giysi, ayaklarında mest vardı. Bunlar, bellerine kemer bağlarlar, bu kemere de bir metre kadar uzunlukta bir saldırma yani bir tür kılıç asarlardı. Başlarında, yine bir metre kadar uzunlukta, iki parmak eninde bir "taylasan" yani başa sarılan şal gibi sarık vardı.
Fütüvvetnamelerde ahilerin ipek giysi giymemeleri, altın yüzük takmamaları gerektiği yazılıdır. Ahilerin sarığı, yedi ya da dokuz arşındı. Burada şuna değinmek isterim ki., Türkler atlı bir ulus olarak tarih alanına çıktıklarından, ata inip binmekte rahatlık için şalvarı da onlar icat ettiler. Bunu pek çok eski çağ tarihçileri yazarlar. Arap ve İran eski giysileri fistandır. Batıda örneğin İngilizler çok eskiden uzun ve iki çorap biçiminde pantolona benzer bir şey giyerlerdi. Bu yüzden bir parçadan oluşan bugünkü pantolonların adı "trousers" biçiminde çoğul olarak yazılır.
Ahilerin silahla askerlik eğitimi gören üyeleri, o dönemin biçimine uygun giysiler giyerlerdi.
Ahilerin katında sarı ve kırmızı renk beğenilmezdi. Fütüvvetnamelerde "Hiç bir peygamber, kızıl ve sarı don (renk) giymezdi. Bunlar Fir´avn-i lain donudur." denmektedir. Gök, ak, kara ve yeşil renkler, ahiler katında beğenilen renklerdi. Yeşil renk, ahilerden müderrislere, kadı ve hükümdar sınıflarına özgü idi. Ak renk, ahilerin kalem erbabına, hafızlara özgü idi. Kara renk, daha ahilik basamağına gelmemiş kişilere yani yiğitlere özgü idi. İbn-i Batuta, "Ahiler, zaviyelerdeki toplantılarda, tepelerinde iki parmak eninde, bir arşın boyunda taylesan sarar, başlarına ak yünden külah, sırtlarına, sof yani tiftik yününden kara cübbe, ayaklarına mest giyerler, zaviyede yerlerine oturduklarında külahlarını çıkarıp önlerine koyarlardı." diyor.
Ahilerde her tür esnafın bir davulu, bir sancağı ve bir borusu vardı, bunlar, giyinişleri, görünüşleri ve silahlarının güzelliği ile övünür ve birbirleriyle yarış ederlerdi.
Evliya Çelebi (1611–1682), Dördüncü Murat (saltanatı: 1623–1640) döneminde, sadrazam Bayram Paşa´nın yaptırdığı nüfus, meslek ve emlâk defteri suretini seyahatnamesine almıştır. O, tanık olduğu bu törende üç gün padişahın önünden geçen İstanbul esnafının 57 bölüm 1100 sınıftan oluştuğunu, bu sınıfların adlarını, bağlı oldukları meslek ve sanat pirlerinin adlarını, her bir sınıfın biçim ve kılıklarını, mehter hanelerini, bayraklarını birer birer yazmaktadır.
Çoban Oğlu´nun yazdığı, Türkiye kitaplıklarında şimdiye dek ele geçen en eski fütüvvetnameye göre, ahi zaviyelerinde, Türkçe fütüvvetname, Kur´an, yemek pişirme yöntemi, oyun oynama, çalgı çalma, türkü söyleme, tarih, önemli kişilerin, bilginlerin yaşam öyküleri, tasavvuf, Türkçe, Arapça, Farsça ve edebiyat öğretilirdi.
Fütüvvetnamelerdeki bu açıklamalara göre ahi zaviyeleri bir tür okul idi ki bu durum, Osmanlı Sultanı ikinci Mahmud dönemine dek (saltanatı: 1808–1839) devletin, yurttaşın eğitimini kendi görevi saymadığı dönem için çok önemli idi.