T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
BURSA / OSMANGAZİ - Necatibey Kız Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi

Ahiliğe Katılma Töreni

Ahiliğe Katılma Töreni 

Ahiliğe Katılma Töreni 

Ahilik, pek çok kez yinelediğim gibi sadece Türklere özgü bir ku­rumdur. Fas ülkesinin Batuta (daha doğrusu: Bututa) kasabasından çıkıp, Mısır dâhil, bütün kuzey Afrika´yı ve Suriye´yi dolaştıktan sonra 1330'lu yıllarda Anadolu´ya gelen, buradan kırım Yarım adası´na, Kuzey Kaf­kasya´ya, Altın Ordu hükümdarı Özbek Hana, İran yoluyla Hindistan´da Delhi Sultanları Tuğluk Şahlar ülkesine, Çin´e, Malabar Adalarına giden, İstanbul´u, Hicaz´ı, Tanzanya´yı gören, buralarda 120.000 km yol yapan İbn-i Batuta (1304–1368) bütün bu İslam ve gayr-i müslim ülkelerde, Anadolu'daki ahiliğe benzer bir kurum gördüğünü söylememektedir.

Bir kişi, ahi olmadan önce, sanat, ticaret ya da bir meslek sahibi ki­şidir. Bu uğraşılardan hiç birinde çalışmayan kişi ahi olamaz.

Ahiliğe girecek kişi aynı zamanda, fütüvvetnamelerde yazılı olan, ah­laklı yaşam kurallarından en az 124 ünü bilmek, benimsemek, günlük ya­şamında bunları uygulamak zorundadır. Adab-ı muaşeret denen toplum yaşam kuralları (edepleri)nin en yüksek derecesi 740 kural bilmektir.

Bir ahi gencinin zaviyeye alınması şöyle olurdu. Ahiliğin dokuz ba­samağından biri olan nakiplik basamağındaki kişi, bir eline tuz alıp, top­luluğun ortasında duran suya salar. Bunun üzerine öteki nakipler kapıyı açarlar, geçmiş erkân erlerini birer birer anıp dua ederler ve salâvat getirirler, en sonunda zaviyeye alınacak yiğidi gösterirler. Bundan sonra, bir sıra törenle o genci toplulukları arasına almış olurlardı.

Öğretmen ahi, öğretmesi için yanına verilen gence, namaz, oruç gibi İslam koşullarını (şartlarını) öğretir, ahi ahlak kurallarını kapsayan fütüvvetnamelerin belirttiği insanlık yöntemlerini de pratik olarak bel­letirlerdi. Fütüvvetnamelerdeki bu ahlak kuralları genellikle cumartesi günleri öğretilirdi. O zamanlar tatil günleri, perşembe öğleden sonra baş­layıp cuma günü akşamına dek sürdüğünden, cumartesi günü tatil gün­lerinden pazartesi gibidir.

Ahilere silah kullanma, ata binme, ok, kılıç, kalkan kullanma gibi as­kerlik bilgisi, bunları iyi bilen ve kimi koşullan üzerlerinde taşıyan ki­şilerce verilirdi. Bu dersleri verecek kişide şu deneyimler aranırdı:

1- Ahi görmek, 2- Şeyh görmek, 3- Bir adayı eğitip yetiştirmiş olmak. 

Demek ki, ahi ve şeyh gözetiminde bu eğitimi almayanlar, bu alanda öğ­retmen olamazlardı. Bu da Türklerin her alanda eğitime ve deneyime ne ölçüde değer verdiklerini göstermektedir.

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu Türklerine sanat, ticaret ve ekonomi alanlarında aşağı yukarı altıyüzelli yıl yön verip, ışık tutmuş olan ahilik, örgüt olarak, kendi kural ve kurullarıyla, Üçüncü Sultan Ahmet dönemine dek (saltanatı: 1703–1730) sürdü. Adı geçen bu Osmanlı sultanı döneminde 1727 yılında "gedik" denen bir düzen uygulanmaya başlandı. Gedik sözcüğü Türkçedir, tekel ve imtiyaz (ayrıcalık) anlamına gelir ki, sahiplerinin işleyeceği işi, başkalarının işleyememesi koşuluyla hükümetçe verilen beratın ya da senedin içinde yazılı olan hakların kul­lanılmasıdır. Gediğin tekelci biçimi daha önce de vardı ama uygulama yeri başkaydı. 1727 yılında esnafın sayısı "ustalık" adıyla sınırlandırılmış ise de sonraları "gedik" adını almıştır.

Bu tür esnaflık ve sanatkârlık 1860 yılına dek sürdü. Ruslarla yapmış olduğumuz Kırım Savaşı´nın ardından, Osmanlı Sultanı Birinci Abdülmecit (saltanatı: 1839-186l)´in 1856 da yayınladığı "Islahat Fermanı" ile Osmanlı İmparatorluğunun bütün uyruklarının, her türlü sanat, ticaret ve meslekleri özgürce yapabilmeleri kabul edilince, 1860 yılında bütün gedik beratları sona ermiş oldu.

1860 yılına dek, bir sanat ve ticaretle kaç kişi uğraşır ve içinde ça­lışılan dükkân, mağaza, atölye vb. ne kadar yer varsa, bir zorunluluk ol­madıkça, eskisinden çok ya da eksik olmaması yolundaki tekelci kuralı, esnafça ve hükümetçe korunduğundan, bir kişi, çıraklıktan, kalfalıktan ye­tişip de boş olan ya da zorunlu gereklilik dolayısıyla yeniden açılan ve us­talık basamağına çıkmadıkça yani gedik sahibi olmadıkça dükkân açıp sa­natını ya da ticaretini yürütemezdi. Bu işleri, ancak ellerinde imtiyaz fermanı (Padişahça verilmiş gedik beratı) olanlar yapabilirlerdi.

Bu fermanlar, esnafın sayılarının artırılıp eksiltilmemesi ve mal sa­hiplerinin kira yerlerinin eski kiralarını artıramaması, gediği ol­mayanlarına veya kalfalarına verilmesi, dışarıdan esnaflığa yabancı bir kimse alınmayıp esnafların çıraklıktan, kalfalıktan yetiştirilmesi hü­kümlerini kapsardı.

Eskiden ahi örgütlerinin bulunduğu kentlerde, kasabalarda "arasta", "bedesten", "uzun çarşı" vb. adlarla anılan türlü meslek ve sanat ürün­lerinin sergilendiği görkemli alış-veriş merkezleri vardı. Bunların en ün­lüleri, Kırşehir´de, Konya´da, Bursa´da, Edirne´de, İstanbul´da ve Anadolunun öteki büyük şehirlerinde bulunuyordu. Ama ne yazık ki, elimizde buraların işleyişine, geleneklerine, kurallarına ve törenlerine ait belgeler çok azdır, olanlar da son yüz, yüzelli yıl öncesine aittir.

Tancalı Arap gezgin İbn-i Batuta Türkçe bilmediğinden, sadece, konuk olarak kaldığı ahi zaviyelerinin, konuk ağırlama yeri ve toplantı sa­lonu olarak gördüğü işe dair bilgiler veriyor.

Sanatkârların pratik çalışmaları üzerinde Evliya Çelebi (1611–1682) ve ondan sonra Serezli Es´ad bey, 18401ı yıllardaki Gedik dönemi üze­rinde oldukça ayrıntılı bilgi veriyorsa da yetersizdir.

Bunlardan ve başka birkaç belgeden çıkarabildiklerimize göre ahilerin, meslek ve sanat işlerinin sağlam ve iyi yürütülmesinde çok ciddî ve dü­zenli kuralları ve bunları iyi gözetleyen kurulları vardı. Daha önce de değindiğimiz gibi bu kurullar:

1- Yönetim Kurulu, 2- Büyük kurul, 3- Olağan yıllık toplantı, 4- Yıllık genel toplantı, 5- Olağan üstü toplantı (gerektiğinde),

02-02-2018

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 02.02.2018 - Güncelleme: 13.02.2023 13:16 - Görüntülenme: 694
Kaynak: Ahlakla Sanatın Bütünleştiği Türk Kurumu Ahilik? Prof. Dr. Neşet ÇAĞATAY
  Beğen | 1  kişi beğendi